DELİL BAŞLANGICINA DÖNÜŞEN BONODAKİ VADE TARİHİNİN TEMERRÜDE ESAS ALINAMAYACAĞI

DELİL BAŞLANGICINA DÖNÜŞEN BONODAKİ VADE TARİHİNİN TEMERRÜDE ESAS ALINAMAYACAĞI

DELİL BAŞLANGICINA DÖNÜŞEN BONODAKİ VADE TARİHİNİN TEMERRÜDE ESAS ALINAMAYACAĞI

ZAMANAŞIMINA UĞRAYAN VE BU NEDENLE KAMBİYO SENEDİ VASFINI KAYBEDEREK (YAZILI) DELİL BAŞLANGICINA DÖNÜŞEN BONODAKİ VADE TARİHİNİN; TEMEL İLİŞKİYE DAYANILARAK YAPILAN BİR TAKİP VEYA AÇILAN BİR DAVADA TEMERRÜDE ESAS ALINAMAYACAĞI

YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME

HUKUK GENEL KURULU

Esas Numarası: 2019/1

Karar Numarası: 2019/8

Karar Tarihi: 25.12.2019

Temel Borç İlişkisinin Taraflarından Birinin Bir Bono Düzenleyip Lehtara Vermesiyle Taraflar Arasında Kambiyo Hukukuna Dayalı İkinci Bir Borç İlişkisinin Doğduğu - Bono Üzerinde Yer Alan Vadenin, Taraflar Arasındaki Temel Borç İlişkisinin Vadesi Değil, Kambiyo Hukukuna Dayalı Borç İlişkisinin Vadesi Olduğu - Zira Zamanaşımına Uğrayarak Kambiyo Senedi Vasfı Kaybedildikten Sonra Bonodaki Vade Tarihinin, Taraflar Arasındaki Temel İlişki Kapsamında Birlikte Tespit Edildiğinden Veya Taraflardan Biri Tarafından Kendisine Tanınmış Olan İhbarda Bulunmak Suretiyle Belirlendiğinden Bahsedilemeyeceği - Temel İlişkiye Dayanılarak Yapılan Bir Takip Veya Açılan Bir Davada Zamanaşımına Uğrayan Ve Bu Nedenle Kambiyo Senedi Vasfını Kaybederek (Yazılı) Delil Başlangıcına Dönüşen Bonodaki Vade Tarihinin Temerrüt İçin İhtara Gerek Olmayan Durumlar Kapsamında Olmadığı - Borçlunun Temerrüde Düşürülmesi İçin İhtarın Gerektiği

6098k/117

6102k/645, 776-779

6100k/202

ÖZETİ: Zamanaşımına uğrayan ve bu nedenle kambiyo senedi vasfını kaybederek (yazılı) delil başlangıcına dönüşen bonodaki vade tarihi; temel ilişkiye dayanılarak yapılan bir takip veya açılan bir davada temerrüde esas alınamayacaktır.

1-GİRİŞ

A-İçtihatları Birleştirme Başvurusu

Av. Ahmet Kurt 26.02.2018 havale tarihli dilekçesi ile imzası inkâr edilmeyen ancak zamanaşımına uğrayan bononun takibe konulması hâlinde faizin bonodaki vade tarihinden itibaren mi yoksa takip tarihinden itibaren mi işlemesi gerektiği, borçluya ayrıca temerrüt ihtarı gerekip gerekmediği konusunda Yargıtay 11. Hukuk Dairesi ile Yargıtay 13. 15. ve 19. Hukuk Daireleri kararları arasında görüş aykırılığı bulunduğunu belirterek içtihatların birleştirilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

B- İçtihatları Birleştirmenin Konusu

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 12.11.2019 tarihli ve 354 sayılı kararı ile; İçtihadı Birleştirme Hukuk Genci Kurulu dosyasının konusu her ne kadar "Temel ilişkiye dayalı alacak istemleri ile ilgili olarak düzenlenen ve zamanaşımına uğramış kambiyo senedine dayanarak açılan dava veya girişilen icra takiplerinde temerrüt tarihi olarak zamanaşımına uğrayan senette belirtilen vade tarihinin mi, yoksa genel hükümlere göre belirlenen temerrüt tarihinin mi esas alınacağı" olarak belirlenmiş olsa da; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.11.2019 tarihli ve 35613334-2019/978 sayılı yazısı ile konun un ''Zamanaşımına uğrayan ve bu nedenle kambiyo senedi vasfını kaybederek (yazılı) delil başlangıcına dönüşen bonodaki vade tarihinin; temel ilişkiye dayanılarak yapılan bir takip veya açılan bir davada temerrüde esas alınıp alınamayacağı" olarak değiştirilmesinin ihtiyacı daha iyi karşılayacağı hususu belirtilmiş olduğundan İçtihadı Birleştirme konusunun bu şekilde değiştirilmesine karar verilmiştir.

C- Görüş Aykırılığının Giderilmesi İstemine Komi Kararlar

-11. Hukuk Dairesi Kararları;

11.03.2014 tarihli ve 2013/15388 E. 2014/4656 K.

25.01.2017 tarihli ve 2015/12354 E, 2017/479 K.

20.11.2017 tarihli ve 2016/3549 E, 2017/6304 K.

05.02.2018 tarihli ve 2017/1042 E, 2018/743 K.

-13. Hukuk Dairesi Kararları;

22.10.2012 tarihli ve 2012/6569 E. 2012/24172 K.

06.10.2011 tarihli ve 2011/4803 E, 2011/14078 K.

11.03.2015 tarihli ve 2014/20748 E, 2015/7741 K.

28.01.2016 tarihli ve 2015/35312 E, 2016/2175 K,

-15. Hukuk Dairesi Kararları;

13.10.2014 tarihli ve 2014/3647 E. 2014/5673 K.

15.04.2013 tarihli ve 2014/3647 E, 2013/2554 K.

20.09.2017 tarihli ve 2017/1298 E; 2017/3060 K.

-19. Hukuk Dairesi Kararları;

15.12.2016 tarihli ve 2016/9611 E, 2016/15851 K.

08.02.2012 tarihli ve 2011/7717 E, 2012/1754 K.

03.05.2011 tarihli ve 2010/11714 E, 2011/6067 K.

19.03.2019 tarihli ve 2017/2929 E. 2019/1803 K.

24.01.2019 tarihli ve 2017/3884 E, 2019/471 K.

25.09.2018 tarihli ve 2017/1839 E, 2018/4444 K.

D- Dairelerin Görüş Özetleri

İçtihatların birleştirilmesi talebinin ön değerlendirmesi safhasında kararları arasında İçtihat aykırılığı bulunan Özel Dairelerin görüşlerine başvurulmuştur,

1. Zamanaşımına uğrayan ve bu nedenle kambiyo senedi vasfını kaybederek (yazılı) delil başlangıcına dönüşen bonodaki vade tarihinin; temel ilişkiye dayanılarak yapılan bir takip veya açılan bir davada temerrüde esas alınacağına dair 11. Hukuk Dairesinin görüşü;

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi görüş yazısında; zamanaşımına uğramış olan bonodaki imzanın borçluya aidiyetinin ikrar edilmesi veya ispat edilmesi hâlinde bu senedin (yazılı) delil başlangıcı sayılacağı ve davacının esas akdi ilişki konusundaki diğer delillerinin toplanıp tanıklarının dinlenebileceği, bononun zamanaşımına uğramasıyla kambiyo senedi niteliğini yitireceği ve hamilin sadece kambiyo hukukuna dayalı hakkını kaybetmiş olacağı, ancak bu belgeye (vazıh) delil başlangıcı olarak dayanmak suretiyle diğer deliller ve tanıkla alacağım ispat imkânının hâlen mevcut olduğu, (yazılı) delil başlangıcı sayılan belgede yazılı alacağın diğer delillerle akdi ilişki kanıtlandığında sabit olacağı, taraflar arasındaki bu belgede belirtilen vade tarihinin ise aksi diğer delillerle belirlenmediği takdirde borçlunun temerrüde düştüğü tarih sayılacağı, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 15. Hukuk Dairesi ve 19. Hukuk Dairesinin aksi yöndeki kararları istikrar kazanmış ise içtihatların Dairelerinin görüşü doğrultusunda birleştirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

2. Zamanaşımına uğrayan ve bu nedenle kambiyo senedi vasfını kaybederek (yazılı) delil başlangıcına dönüşen bonodaki vade tarihinin; temel ilişkiye dayanılarak yapılan bir takip veya açılan bir davada temerrüde esas alınamayacağına dair 13. Hukuk Dairesi, 15. Hukuk Dairesi ve 19. Hukuk Dairesinin görüşleri;

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi görüş yazısında: Yargıtay uygulamalarında zamanaşımına uğramış kambiyo senetlerinin 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) anlamında kambiyo senedi niteliğini kaybederek 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunumun (HMK) 202. maddesi anlamında (yazılı) delil başlangıcı niteliği kazandığının istikrarlı olarak benimsendiği, bu nedenle zamanaşımına uğramış senedin senetle ispat durumunun da ortadan kalkacağı ve ispat kuralları genişletilerek her türlü delille ispatlanabileceği, ayrıca (yazılı) delil başlangıcındaki vadenin de tartışmalı hâle geldiği ve bu vadenin tarafları bağlayıcı niteliğinin de kalmadığı, bu itibarla 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumun (TBK) 117/1 maddesi gereğince "muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarı" ile temerrüde düşeceğinden karşı tarafa temerrüt İhtarnamesi gönderilmesi gerektiği, (yazılı) delil başlangıcı olan belgelerde belirtilmiş vade tarihlerinin muaccel olan borçlar için temerrüt tarihi kabul edilmeyeceği. İstikrar kazanan daire kararları arasında İçtihat farklılığı bulunduğundan içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilmesi gerektiği,

Yargıtay 15. Hukuk Dairesi görüş yazısında; zamanaşımına uğramış olan bononun kambiyo niteliğini kaybederek (yazılı) delil başlangıcı niteliğini kazanacağı, HMK'de (yazılı) delil başlangıcı niteliğindeki belgeye senet değeri verilmediği, ancak diğer delillerle desteklenmesi hâlinde iddianın ispatı bakımından kullanılabilir bir belge hâline geleceği, bu yönüyle (yazılı) delil başlangıcı niteliğinde bulunan bir belgedeki vadenin, kesin vade olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, bu nedenle Dairelerinin yerleşik uygulamalarına göre TBK'nin 117. maddesi gereğince borçluya temerrüt ihtarnamesinin çekilmesi gerektiği, Yargıtay 11, Hukuk Dairesinin aksi yöndeki kararları istikrar kazanmış İse içtihatlara Daireleri ile Yargıtay 13. Hukuk Dairesi ve 19. Hukuk Dairesi kararları doğrultusunda birleştirilmesi gerektiği,

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi görüş yazısında: zamanaşımına uğrayan kambiyo senetlerinde (poliçe, bono ve çek) kambiyo hukukundan kaynaklanan haklar yitirilir ise de taraflar arasında temel İlişki bulunması hâlinde, bu senetlere (yazılı) deli! başlangıcı olarak dayanabileceği, bu hâlde senetten dolayı alacağı bulunduğunu iddia eden alacaklının hakkını (yazılı) delil başlangıcına ek olarak tanık dâhil her türlü delille ispat edebileceği, zamanaşımına uğramış bonoda kambiyo hukukundan kaynaklanan haklar yitirildiği için artık senedin vade tarihinden itibaren temerrüt faizi talep edilemeyeceği, temerrüt faizi talep edilebilmesi için borçlunun temerrüdünü düzenleyen TBK’nin 117/1 maddesi gereğince ayrıca temerrüt ihtarı çekilmesinin gerektiği, aksi hâlde temerrüt faizinin takip veya dava tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı, içtihatların Daireleri ile Yargıtay 13. Hukuk Dairesi ve 15. Hukuk Dairesi kararları doğrultusunda birleştirilmesi gerektiği,

belirtilmiştir.

II- İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KONUSU İLE İLGİLİ KAVRAM, KURUM VE YASAL DÜZENLEMELER

A.1- Bono

TTK'nin 645. maddesi kıymetli evrakı şöyle tanımlamaktadır; "Kıymetli evrak öyle senetlerdir ki bunların içerdikleri hak, senetten ayrı olarak ileri sürülemediği gibi başkalarına da devredilemez.” Bu tanıma göre, bir hak kıymetli evraka bağlanmışsa, senetsiz hakkın ileri sürülmesi mümkün değildir. Kıymetli evraka bağlanan hakkın senetten ayrı ileri sürülebilmesi için ya senedin kıymetli evrak vasfını kaybetmesi ya da senedin zayi edilmesi nedeniyle mahkemeden "zayi nedeniyle iptal davası” açılarak bu hususta iptal kararı alınması veyahut senedin borçluya İade edilmesi gerekir.

Kambiyo kelimesi, İtalyanca kökenli olup, kambiyo işlemleri, paranın yerine kullanılan senetlerin alım satımına veya senetlerin bir elden başka bir ele geçirilmesine ilişkin muameleleri ifade eder (Kendigelen, Abuzer/Kırca. İsmail: Kıymetli Evrak Hukuku Genel Esaslar Kambiyo Senetleri, İstanbul, 2019, s. 123). Kambiyo senetleri, TTK’de kıymetli evrakın en önemli kısırımı oluşturmakta olup, sınırlı şekilde poliçe, bono ve çek olarak düzenlenmiştir. Bununla birlikte TTK'de kambiyo senetlerinin tanımı yapılmamış, bu tür senetlerde bulunması zorunlu şekil şartları ve ortak özellikler belirlenmiştir,

A.2- Bononun Hukuki Niteliği

Hukuki niteliği itibariyle bono, diğer kambiyo senetlerine (poliçe, çek) benzememektedir. Zira diğer kambiyo senetlerinin temelinde bir havale ilişkisi bulunurken, bono sadece bir ödeme vaadidir (Bozer, Ali/Göle, Celal: Kıymetli Evrak Hukuku. Ankara, 2017. s, 170). Nitekim TTK’nin 776/1-b maddesinde bononun; "kayıtsız ve şartsız belirli bir bedeli ödemek vaadini" içermesi gerektiği açıkça belirtilmiştir. Bu yönüyle bono, ayni zamanda TBK’nın 18. maddesi gereğince düzenleyenin soyut bir borç tanımasını (ikrarını) da içermektedir, Ancak bono özel şekil şartlarına ve kurallara tabi kılındığı için nitelikli bir borç ikrarıdır. Başka bir deyişle bonoyu düzenleyen kişi, lehine bono düzenlenen lehtara ya da bonoyu ondan devralan hamile, bonoda belirtilen meblağı herhangi bir kayda ve şarta bağlı olmaksızın ödemeyi vaat etmektedir (Kendigelen/Kırca. s. 161).

A3 - Bonoda Vade

Kambiyo senetlerinden olan bono, TTK'nin 776 ila 779. maddeleri arasında düzenlenmiştir. TTK'nin 776 ve 777. maddelerinde bononun unsurları düzenlenirken. TTK'nin 778. maddesinde bononun niteliğine aykırı düşmedikçe bono hakkında da uygulanacak poliçe hükümlerine geniş bir üste hâlinde yollama yapılmıştır (Kendigelen/ Kırca, s. 158).

TTK'nin 776/1-c maddesinde vade, bonoda bulunması gereken unsurlar arasında sayılmış, TTK'nin 778/1-b maddesinin yollamasıyla vadeye ilişkin olarak poliçelere ait TTK'nin 703 ilâ 707. maddelerinin bonolara da uygulanacağı belirtilmiştir. Buna göre poliçeye konulabilecek dört tür vadenin her birinin bonoda da öngörülebileceği açıktır. O hâlde bir bono, belirli bir günde; düzenleme gününden belirli bir süre sonra; görüldüğünde; ve nihayet görüldükten belirli bir süre sonra ödenmek üzere düzenlenebilir (Kendigelen/Kırca, s. 168).

Vade, poliçede olduğu gibi bonoda da zorunlu unsur değildir; zira TTK'nin 777/2 maddesi gereğince vadesi açıkça gösterilmemiş bono, görüldüğünde Ödenmesi şart olan bir bono sayılır (Bozer/Göle, s. 199). Dolayısıyla bonoda vadeye yönelik herhangi bir kayda yer verilmemiş olması, bononun geçersizliği sonucunu doğurmayacak; bono kanunen görüldüğünde vadeli bir bono olarak kabul edilecektir, Bu düzenleme karşısında TTK'nin 776/1-c maddesinde belirtilen vadenin, geçerlilik açısından mutlaka senedin içermesi gereken zorunlu bir unsuru olmadığı, aksine ihtiyari bir unsur niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

A.4- Bonoda Zamanaşımı

Bonoda zamanaşımı konusunda özel bir düzenleme bulunmamakla birlikte TTK'nin 778/1 -h maddesi ile poliçedeki zamanaşımına dair TTK'nin 749 ilâ 751. maddelerine yollama yapılmaktadır.

Ancak poliçede zamanaşımının kesilmesini düzenleyen TTK'nin 750 ve 751. maddeleri bonoya doğrudan uygulanabilir ise de poliçede zamanaşımı sürelerini düzenleyen TTK’nin 749. maddesi bononun niteliğine aykırı düşmeyecek şekilde uygulanacaktır.

TTK’nin 749. maddesi şu şekildedir.

“(1) Poliçeyi kabul edem karşı ileri sürülecek poliçeden doğan İşlemler, vadenin geldiği tarihten itibaren üç yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.

(2) Hamilin, cirantalarla düzenleyene karşı ileri süreceği İstemler, süresinde çekilen protesto tarihinden veya semtte “gidersiz iade olunacaktır" kaydı varsa vadenin dolduğu tarihten itibaren bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.

(3) Bir cirantanın başka cirantalarla düzenleyen aleyhine ileri süreceği istemler, cirantanın poliçeyi ödediği veya poliçenin dava yolu ile kendisine karşı ileri sürüldüğü tarihten itibaren ahi ay geçmekle zamanaşımına uğrar."

Buna göre TTK'nin 779/1 maddesi gereğince bonoda düzenleyen, tıpkı poliçede kabul eden muhatap gibi sorumlu olduğundan ona karşı ileri sürülebilecek bonoya dayalı talep haklan da vadeden itibaren üç yıllık zamanaşımı süresine tabidir.

Hamilin düzenleyen dışındaki başvuru borçlularına karşı talep hakları ise süresinde çekilen ödememe protestosu tarihinden, bono üzerinde protestodan muafiyete yönelik bir kayıt varsa bu kez vadenin dolduğu tarihten itibaren bir yıllık zamanaşımı süresine tabidir.

Nihayet başvuru borçlusu sıfatıyla Ödeme yapan bir cirantanın kendisinden önce gelen başvuru borçlularına ileri sürebileceği talepler ise, bonoyu ödediği veya bono dava yoluyla kendisine karşı ileri sürüldüğü tarihten itibaren altı aylık zamanaşımı süresine tabidir.

Ancak zamanaşımı süresine dair TTK’nin 749. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının uygulanabilmesi için öncelikle hamilin başvurma hakkını kaybetmemiş olması gerekir. Dolayısıyla bononun, mücbir sebeplere ilişkin TTK'nin 731/1 maddesi saklı kalmak kaydıyla süresinde ibraz edilmemiş olması ya da ibraza rağmen ödenmeme durumunun süresinde düzenlenen bir protesto ile tespit ettirilmemiş olması hâlinde bonoya özgü başvurma hakkı da kaybedileceğinden, artık bir yıllık ve altı aylık zamanaşımı sürelerinin uygulanması da söz konusu olmayacaktır.

A.5- Zamanaşımına Uğrayan Bononun Hukuki Niteliği

Bono Kanun’da belirtilen zamanaşımı süresinin geçmesi ile birlikte kendiliğinden kambiyo senedi vasfını kaybetmez. Ancak borçlunun zamanaşımı definde bulunması hâlinde bono, kambiyo senedi vasfını kaybeder.

Borçlu süresi içerinde zamanaşımı definde bulunmaz ise bono kambiyo senedi vasfını kaybetmeyeceği için hamil. bonoya davalı olarak İcra takibi yapabilir veya alacak davası açabilir. Ayrıca zamanaşımı bir defi olduğundan hâkim tarafından resen dikkate alınamaz, mutlaka ilgili kişinin bu defivi ileri sürmesi gerekir (Poroy, Reha Tekinalp. Ünal: Kıymetli Evrak Hukuku Esasları. İstanbul. 2018, s, 272; Kendigelen/Kırca, s. 264),

Borçlunun zamanaşımı defini süresi içerisinde ya dava sırasında ya da İcra takibi sırasında ileri sürmesi gerekir. Bununla birlikte kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte zamanaşımının ileri sürülmesi borca itiraz şeklinde icra mahkemesine yapılması gerekmektedir (İİK, m. 168/1). İcra mahkemesi borçlunun zamanaşımı defini, öncelikle ve alacaklının ibraz ettiği bonodaki vade tarihine göre inceler.

Borçlunun zamanaşımı definde bulunması üzerine bononun hamili, kambiyo hukukundan kaynaklanan haklarım kaybeder. Görüldüğü üzere burada bononun kambiyo senedi vasfını kazanmasından sonra zamanaşımı definin kaybettirici etkisi söz konusudur. Bu itibarla zamanaşımı definin kaybettirici etkisi nedeniyle zamanaşımına uğrayan bono alacağının, adi borca dönüşmesine imkân bulunmadığı gibi zamanaşımına uğrayan bononun da adi senede dönüşmesi mümkün değildir (Öztan, Fırat: Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara, 1997, s. 878; Kendigelen/Kırca, s, 264).

Zamanaşımına uğrayarak kambiyo senedi vasfını kaybeden bono adi senede dönüşmemekle birlikte bu bonodan HMKnin 202. maddesi kapsamında (yazılı) delil başlangıcı olarak yararlanılabilecektir (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü C, II. İstanbul 2001. s. 2302). Nitekim doktrin ve uygulamada zamanaşımına uğrayan ve imzası inkâr edilmeyen bir bononun adi senede dönüşmeyeceği ancak temel borç ilişkisi bakımından (yazılı) delil başlangıcı teşkil edeceği noktasında tam bir görüş birliği bulunmaktadır.

Bununla birlikte zamanaşımına uğramış bononun (yazılı) delil başlangıcı teşkil etmesi için de, iddia eden kişi ile karşı taraf arasında bir temel ilişkinin bulunması gerekmektedir. Böyle bir temel İlişkinin bulunmadığı durumlarda, iddia eden kişi yönünden zamanaşımına uğramış bono (yazılı) delil başlangıcı dahi teşkil etmeyecektir.

B- Delil Başlangıcı

HMK'de tanımı yapılmamakla birlikte; hukuki bir muameleyi veya olayı belgelemek amacıyla resmî makam ya da borç altına giren kişi tarafından düzenlenmiş veya onaylanmış belgeye senet denilmektedir. Buna göre resmî makam tarafından düzenlenen veya onaylanan belgeye resmî senet; sadece borç altına giren kişi tarafından düzenlenen ve/veya imzalanan belgeye ise adi veya özel senet denir. Senet bir hakkın doğumu için gerekli olmasa da, ispatı İçin gerekli olabilir.

Senetle ispatı gereken bir hukuki işlem hakkında delil başlangıcı varsa o hukuki işlem tanık dinlenerek de ispatlanabilir (HMK. m. 202/1). Delil başlangıcının varlığı hâlinde hâkim, hem delil başlangıcı hem de dinlenen tanık ve diğer takdirî delilleri serbestçe değerlendirerek bir karar verecektir (Erdönmez, Güray: Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, İstanbul, 2017. s. 1841).

HMK'nin 202/2 maddesi; "delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir." şeklindedir.

Buna göre bir belgenin, delil başlangıcı olabilmesi için üç şartın birlikte bulunması gerekir.

Delil başlangıcından bahsedebilmek için ilk olarak bir '"belge” bulunmalıdır. Belgenin tanımı HMK’nin 199. maddesinde yapılmıştır. Anılan madde: "Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları bu Karıtma göre belgedir. ” şeklindedir. Buna göre, delil başlangıcı olarak başvurulabilecek belgeler arasında vazıh veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler İle elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları sayılabilir. Kanun'da belge tanımına giren unsurlar sınırlayıcı biçimde sayılmadığı için belge olduğu iddia ve ispat edilen her türlü unsura delil başlangıcı olarak dayanmak mümkündür. Belge kavramının Kanun'dakî tanımına bakınca ayrıca HMK’nin 200. maddesi anlamındaki her senedin bir belge olduğu, ancak her belgenin senet olmadığı da anlaşılmaktadır. Bir belge senet olabilir, ancak belge senedin şartlarını gerçekleştirmiyorsa, o zaman belgenin delil başlangıcı olma ihtimali ortaya çıkmaktadır. Buna göre senet ve belge kavramlarım mutlak surette birbirinden ayırmak gerekir. Belge kavramı kesinlikle üst bir kavramdır, zira senet niteliğini haiz her belge aynı zamanda bir senet teşkil etmektedir (Erdönmez, s, 1771), Eğer bir belge, senet vasfını haiz değilse, o zaman HMK'nin 202. maddesindeki şartları yerine getirmesi hâlinde delil başlangıcı olma ihtimali bulunmaktadır.

İkinci olarak, belge, kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş ya da gönderilmiş olmalıdır. Bununla birlikte yazılı delil başlangıcı olan belgenin mutlaka karşı tarafa yöneltilmiş bir İrade açıklamasını taşıyan bir belge olması gerekli değildir (Kuru, s. 2291).

Üçüncü olarak, delil başlangıcı, iddia edilen hukuki işlemi tam olarak ispat edememekle birlikte o işlemi muhtemel göstermelidir. Delil başlangıcı senetten farklı olarak ispatı istenen hukuki işlemin varlığı hakkında tam bir kanaat edinilmesine elverişli olmasa da İddia edilen işlem hakkında az da olsa yeterli bilgi içermelidir.

C- Borçlunun Temürrüdü

Borçlunun temerrüdü TBK'nin 117. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan madde;

“Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer.

Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak sureliyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle; haksız fiilde fiilin işlendiği, sebepsiz zenginleşmede ise zenginleşmenin gerçekleştiği tarihte borçlu temerrüde düşmüş olur. Ancak sebepsiz zenginleşelim iyiniyetli olduğu hâllerde temerrüt için bildirim şarttır. ” şeklindedir.

Buna göre, borçlu temerrüdünden söz edebilmek için öncelikle borcun muaccel olması gerekmektedir. Henüz muaccel olmamış borç hakkında temerrütten söz edilmesi mümkün olmayacaktır. Zira henüz vadesi gelmemiş borç ifa alacaklısı tarafından talep ve dava edilemeyecektir. Başka bir deyişle muaccel olmayan borç için ifa yükümlülüğü doğmayacaktır. Borcun muaccel olması, alacaklının önceden bazı hazırlık çalışmaları yapmasını gerektiriyor ise alacaklı bu fiilleri yerine getirmediği sürece borç muaccel olmayacaktır.

TBK’nin 117/1 maddesinde; “Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer." denilmek suretiyle, temerrüdün muacceliyetten itibaren değil de. kural olarak alacaklının ihtarından itibaren gerçekleşeceği kabul edilmiştir (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2017, s. 112i).

İhtar, alacak hakkının sağladığı ifayı talep yetkisinin olağan kullanma yöntemidir. Alacaklı ihtarla, borcun yerine getirilmesini istediğini borçluya bildirerek onu itaya davet eder. İhtar, ifa zamanının belirsiz olduğu veya borçlu tarafından bilinmediği hâllerde doğabilecek olumsuz neticelerden borçlunun korunmasını sağlar. Borçlu, ihtar anından itibaren ifada gecikmenin borca aykırılık teşkil edeceğini ve ciddi sonuçlar doğurabileceğini anlamış olur. Burada borçlunun korunmasının sebebi alacaklıya karşı zayıf konumda olması değil, hukuki durumun açıklık kazanmasını bilmeye hakkı olmasıdır.

İhtarın borçluyu koruyucu işlevine rağmen, kanun koyucu TBK’nin 117/2 maddesinde belirtilen hâllerde temerrüdün oluşumu için ihtara gerek görmemiştir.

Temerrüt için ihtara gerek olmayan ilk durumda, tarafların anlaşmasıyla borcun ifa edileceği gün belirlenmiş ise o gün Ödeme yapılmaması hâlinde borçlu mütemerrit olmuş sayılacaktır. Borcun ifa edileceği süre taraflarca belirlenmişse, bu sürenin dolmasıyla ifada geciken borçlu mütemerrit duruma düşer. Ancak, ifa zamanı veya süresinin kanun ile düzenlendiği hâllerde, borçlunun temerrüde düştüğünün kabulü için alacaklının İhtarda bulunması gerekir. İfa günü açık ve belirli bir gün olarak kararlaştırılmalıdır, aksi hâlde temerrüt için ihtar zorunlu sayılacaktır (Oğuzman. M, Kemal/ Öz, Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. I. İstanbul. 2017. s. 462).

Temerrüt için ihtara gerek olmayan diğer bir durum da: sözleşmede taraftardan birine ifa gününü belirleme yetkisi tanınmış ise, bildirilen ifa tarihinde edimin yerine getirilmemesi hâlinde borçlu mütemerrit sayılacaktır. Borcun İfa edileceği günün bildirilmesi geçerliliği şekle bağlanmamış bir hukuki işlemdir. Zira yapılan bu irade açıklaması borçlunun temerrüde düşmesi sonucunu doğuracaktır.

Haksız fiilden doğan tazminatlarda da ihtar çekilmesine gerek kalmaksızın, haksız filin gerçekleştiği tarihte borçlu temerrüde düşmüş sayılacaktır. Borçlunun temerrüdü için ayrıca ihtar şartının aranması durumunda, olay tarihi ile temerrüt tarihi (ihtar tarihi) arasında, faizin işlememesi şeklinde haksız fiilin faili lehine sonuç doğuracaktır. Bunu önlemek amacıyla haksız filden doğan tazminatlarda ihtar çekilmesine gerek kalmadan filin gerçekleştiği tarih temerrüt tarihi sayılmıştır (Oğuzman/Öz. s. 465)

Sebepsiz zenginleşme hâlinde de, zenginleşmenin gerçekleştiği tarihte borçlu mütemerrit sayılır. Ancak zenginleşmenin İyiniyetli olması hâlinde temerrüt için bildirim gereklidir,

Bununla birlikte borçlu borç muaccel olmadan önce alacaklıya borcu ifa etmeyeceğini açık olarak bildirmişse, bu durumda da ihtara gerek yoktur. Borçlu bu beyanla mütemerrit olur. Zira bu beyanla borçlu borcu ita etmeme iradesini önceden kesin olarak açıklamış olduğundan yapılacak ihtarın artık hiçbir yararı bulunmamaktadır (Bren, s. 1125,).

III-GEREKÇE

İçtihadı birleştirmenin konusu; zamanaşımına uğrayan ve bu nedenle kambiyo senedi vasfını kaybederek (yazılı) delil başlangıcına dönüşen bonodaki vade tarihinin; temel ilişkiye dayanılarak yapılan bir takip veya açılan bir davada temerrüde esas alınıp alınamayacağına ilişkindir.

Kambiyo senetleri mücerret kıymetli evrak niteliğine sahip olduklarından kambiyo senetlerinde yer alan bak, temel borç ilişkisinden bağımsızdır. Ancak kambiyo taahhüdünde bulunmanın temelinde, şart olmamakla birlikte, genellikle satım, bağışlama, kira, taşıma gibi bir borçlandım işlem vardır. Böyle bir borçlandım işlem yoksa senedin hatır için verildiği varsayılır. Temel borç ilişkisinin taraflarından birinin bir kambiyo senedi düzenleyip lehtara vermesiyle ikinci bir borç ilişkisi doğar. İşte kambiyo ilişkisi diye adlandırılan bu durum, temel borç ilişkisinden bağımsızdır (Kendigelen/Kırca, s. 112). Bu sebepte kambiyo senedinin düzenlenmesine sebep olan temel borç ilişkisindeki bozukluklar kambiyo ilişkisini etkilemez. Temel borç ilişkisinden doğan defiler, temel borç ilişkisi ile kambiyo ilişkisinin taraflarının aynı olması ve bile bile borçlu zararına hareket edilmesi hâlleri dışında, kambiyo İlişkisinde ileri sürülemez. Zira temel borç ilişkisi kendi hukukuna, kambiyo ilişkisi de kendi hukukuna tabidir.

Bir kambiyo senedi düzenleyip veren veya elindeki kambiyo senedini devreden ve bu senedi devralan herkesin bütün bu işlemleri yapmalarının sebebi temel borç İlişkisinden doğan amaca ulaşmaktır. Bu sebeple senet “mevcut bir borcu ifa yerine" veya “mevcut bir borcu ifa uğruna" verilir. Kambiyo senedi ifa yerine verilirse, temel borç ilişkisinden doğan borç yenilenmiş olur. Bu durumda temel borç ilişkisinden doğan borç ve ona bağlanan ayni ve şahsi teminatlar sona erer. Onların yerine kambiyo senedinden doğan borç geçer. Bununla birlikte tarafların yenileme konusunda anlaştıkları kesin bir şekilde belli değilse veya şüpheli bir durum varsa veyahut da bu hususta herhangi bir anlaşma ve iddia yoksa TBK’nin 133/2 maddesi gereğince kambiyo senedinin ifa yerine değil ifa uğruna verilmiş olduğunun kabulü gerekir {Poroy/Tekînalp, s. 147). Bu durumda temelborç ilişkisi varlığını korumaya devam edecek ve temel borç ilişkisinden doğan talep hakkına paralel ve onunla yarışan bir kambiyo talep hakkı doğacaktır. Fakat bu hâlde temel borç ilişkisinden doğan talep hakkı, kambiyo senedinden doğan talep hakkının kullanılmasına kadar donmuş durumdadır (Poroy/Tekinalp, s. 147).

Kambiyo senedi niteliğindeki bonodan doğan alacak muaccel olunca, temel borç ilişkisinden doğan alacak da muaccel hâle gelir. Başka bir deyişle temel İlişkiden doğan borcun muacceliyet tarihi bononun vadesine kadar ertelenmiş olur. Dolayısıyla temel ilişkiden doğan borcun tabi olduğu zamanaşımı süresi, borcun muacceliyet tarihi olan bononun vadesinden itibaren İşlemeye başlayacaktır (Susuz, Kağan; Kambiyo Senetlerinde Zamanaşımı. İstanbul, 2008. s. 164). Bu durumda alacaklı vadeden itibaren isterse temel borç ilişkisinden doğan talep hakkını, isterse bonodan kaynaklanan talep hakkını kullanabilecektir.

Bonodan doğan borç tam olarak ifa edilince, temel borç ilişkisinden doğan borç da sona erer, Buna karşılık bononun zamanaşımına uğraması sebebiyle kambiyo hukukuna dayalı talep hakkının kaybedilmesi hâlinde temel borç İlişkisinden doğan talep hakkı varlığını sürdürmeye devam eder. Bu durumda hamil, uğradığı zararın tazmini amacıyla TTK’nin 732. maddesi gereğince sebepsiz zenginleşme davasından yararlanabileceği gibi kendi cirantası İle arasındaki temel borç ilişkisine de dayanabilmektedir,

Temel borç ilişkisine dayalı olarak talebin ileri sürülmesi sadece doğrudan doğruya ilişkide bulunanlar arasında mümkün olduğu için temel borç ilişkisine dayalı olarak düzenleyene talepte bulunabilecek tek kişinin lehtar olduğunu belirtmek gerekir. Buna karşılık lehtar dışındaki bono hamilleri düzenleyen ile temel ilişkiye taraf olmadıkları için bu kapsamda talep hakkına sahip değildir (Öztan. s. 903). Zira ciro ile temel borç ilişkisi ciro edilene geçmemektedir. Başka bir deyişle zamanaşımına uğrayan bir bonoya ciro yoluyla hamil olan bir kimse düzenleyene karşı temel borç ilişkisine dayanarak talepte bulunamaz. Fakat bono, her ciro edildiğinde yeni bir kambiyo taahhüdü ve bu kambiyo taahhüdüne ilişkin yeni bir borç ilişkisi söz konusudur. Bu nedenle her hamil ancak kendi temel borç ilişkisine dayanabilir.

Temel borç ilişkisi kambiyo hukukunun dışında kalan bir husustur. Bu sebeple kambiyo senetlerine mahsus zamanaşımı hükümleri temel borç ilişkisine uygulanmaz. Temel borç ilişkisine dayanılabilecek hâllerde o ilişkinin tabi olduğu zamanaşımı süresi uygulanır. Başka bir deyişle temel ilişkiye dayanıldığı durumlarda bonoya dayalı bir kambiyo talep hakkının ileri sürülmesi söz konusu olmadığından, zamanaşımı hakkında da TTK'nin 749. maddesi değil, temel borç ilişkisinin tabi olduğu zamanaşımı süreleri uygulama alanı bulacaktır (Öztan, s. 903).

Hemen belirtilmelidir ki, bonoya ilişkin zamanaşımı süresinin geçmesi ile birlikte bonoya dayalı talep hakkı kendiliğinden sona ermemektedir (Öztan, s. 879; Kendigelen/Kırca. s. 264). Bu itibarla hamil, bonoya ilişkin zamanaşımı süresinin geçmesi hâlinde dahi, bonoya dayanarak borçluya karşı takip yapabilir veya genel mahkemelerde alacak davası açabilir. Ancak borçlunun zamanaşımı definde bulunması hâlinde, alacaklı kambiyo hukukundan kaynaklanan haklarını yitirecektir. Bu durum, bonoya ilişkin zamanaşımı süresinin geçmesi ile değil, borçlunun zamanaşımı definde bulunması ile ortaya çıkmaktadır. Borçlu süresi içinde zamanaşımı definde bulunmazsa söz konusu bono, hamile, zamanaşımına uğramamış bir bononun sağladığı tüm imkânları sağlayacaktır.

Zamanaşımına uğrayan bir bono kambiyo senedi vasfını kaybettiği için kambiyo hukukunun tanıdığı özel imkânlardan yararlanamayacak ve hatta adi senede dahi dönüşemeyecektir (Öztan, s. 878; Kendigelen/Kirca. s. 264). Zira zamanaşımına uğrayan bono fiziki olarak ortada olsa bile maddi hukuk anlamında artık hiçbir şey ifade etmemekte sadece ispat hukuku alanında delil başlangıcı olarak kabul edilmektedir (Öztan, s. 878; Kendigelen/Kırca, s. 264). Bu itibarla zamanaşımına uğrayan bono adi senede dönüşmeyeceği için, alacağın ispatı açısından tek başına yeterli olmayacak, bununla birlikte sadece HMK’nin 202. maddesi kapsamında bir (yazılı) delil başlangıcı olarak kullanılabilecektir.

HMK’nin 202/2 maddesine göre iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belge, delil başlangıcı sayılır. Zamanaşımına uğrayan bono, delil başlangıcında bulunması gereken tüm unsurları taşımaktadır. Bu nedenle zamanaşımı nedeniyle kambiyo vasfını kaybeden bonoya dayanma imkânı olmayan hamil, temel ilişkiye dayanarak açılan davalarda, zamanaşımına uğrayan bonodan delil başlangıcı olarak yararlanabilir ve senetle ispatı gereken bir hukuki işlem hakkında iddiasını tanık dinleterek veya başka delillerle ispat etme imkânına sahip olur. Temelilişkiden doğan borcun muacceliyet tarihi bononun vadesine kadar ertelenmiş olduğundan, delil başlangıcı niteliğindeki bonoya konu alacağın ispat edilmesi hâlinde, temel ilişkiden doğan borcun muacceliyet tarihi, delil başlangıcı niteliğindeki bonoda yer alan vade tarihi olacaktır.

Kambiyo senedi niteliğindeki bononun ödenmemesi hâlinde başvurma hakkının kapsamına dair TTK’nin 778/1-d maddesinin atfıyla TTK’nin 725. maddesi uygulanacaktır. Başvuru hakkının kapsamı, müracaat alacaklısının başvuru borçlusundan talep edebileceği miktara ilişkin olup, müracaat alacaklısının neler talep edebileceği TTK'nin 725/1 maddesinde sınırlayıcı bir biçimde gösterilmiştir, Bunlar arasında vadenin gelmesinden itibaren işleyecek faiz de yer almaktadır (TTK. m. 725/1-b). Buna göre bir bonoda hamilin vadeden itibaren temerrüt faizi talep edebilmesi için bononun kambiyo senedi vasfını kaybetmemiş olması şarttır. Zamanaşımına uğramış bir bono kambiyo senedi vasfını kaybettiği için vade tarihi sadece temel ilişkinin muacceliyet tarihi olarak dikkate alınabilecek, borçlu temerrüde düşürülmeden faiz talep edilebilmesi de mümkün olmayacaktır.

Borçlunun temerrüde düşürülebilmesi için sadece borcun muaccel olması yetmemekte kural olarak alacaklının, borcu muaccel olan borçlusuna borcunu ifa etmesi hususunda ihtar göndermesi gerekir. Bu itibarla zamanaşımına uğrayan ve kambiyo senedi vasfını kaybederek (yazılı) delil başlangıcına dönüşen bonodaki vade tarihi temel ilişkiden doğan borcun muacceliyet tarihi olacağı için, TBK’nin 117/1 maddesinde belirtildiği üzere borçlunun temerrüde düşürülmesi için ayrıca alacaklı tarafından borçluya ihtar gönderilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte borcun ifası için borçluya ayrıca ihtar gönderilmese dahi alacaklı tarafından dava açılması ya da icra takibine başvurulması ihtar niteliği taşımaktadır. Çünkü dava açmakla ya da İcra takibine başvurmakla birlikte alacaklının borcun ifasını isteyen beyanı ortaya çıkmaktadır (Oğuzman/Öz. s, 461).

Kural olarak borçlunun temerrüde düşürülebilmesi için ihtar gerekmekle birlikte TBK’nin 117/2 maddesinde ihtar koşulunun istisnaları düzenlenmiştir. Buna göre TBK'nin 117/2 maddesi gereğince borcun ifa edileceği gün; birlikte tespit edilmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlenmişse ayrıca ihtara gerek olmadan borçlu temerrüde düşmüş olur. Başka bir deyişle borçlu ifayı belirli bir vadede yapmakla yükümlüyse temerrüt için ihtarda bulunmaya gerek bulunmamaktadır. Zira bir borç ilişkisinde belirli vadeyi taraflar ya birlikte tespit ederler ya da taraflardan biri kendisine tanınmış olan ihbarda bulunmak suretiyle belirler (Eren, s. 1124). Bununla birlikte borçlu, borç muaccel olmadan önce alacaklıya borcu ifa etmeyeceğini açık olarak bildirmişse, bu durumda da ihtara gerek yoktur. Borçlu bu beyanla mütemerrit olur (Eren. s. 1125.).

Yukarıda bahsedildiği üzere, temel borç ilişkisinin taraflarından birinin bir bono düzenleyip lehtara vermesiyle taraflar arasında kambiyo hukukuna dayalı ikinci bir borç ilişkisi doğar. İşte bono üzerinde yer alan ve TTK'nin 746. maddesi İle düzenlenen vade, taraflar arasındaki temel borç ilişkisinin vadesi değil, kambiyo hukukuna dayalı borç ilişkisinin vadesidir. Zira zamanaşımına uğrayarak kambiyo senedi vasfı kaybedildikten sonra bonodaki vade tarihinin, taraflar arasındaki temel ilişki kapsamında birlikte tespit edildiğinden veya taraflardan biri tarafından kendisine tanınmış olan ihbarda bulunmak suretiyle belirlendiğinden bahsedilemeyecektir.

O hâlde temel ilişkiye dayanılarak yapılan bir takip veya açılan bir davada zamanaşımına uğrayan ve bu nedenle kambiyo senedi vasfını kaybederek (yazılı) delil başlangıcına dönüşen bonodaki vade tarihi, TBK nin 117/2 maddesi ile belirlenen temerrüt için ihtara gerek olmayan durumlar kapsamında olmadığından, borçlunun temerrüde düşürülmesi için TBK'nin 117/1 maddesi gereğince ihtar gereklidir.

Zamanaşımına uğrayan ve delil başlangıcı olma dışında hukuken hiçbir sonuç bağlanmayan hatta asıl alacağın varlığının ispatında bile tek başına delil kabul edilmeyen bir belgede yazılı vadenin, temerrüt ihtarına gerek olmaksızın temerrüt tarihi olarak kabul edilmesi hakkaniyete de aykırı olacaktır. Aksi hâlde zamanaşımına uğrayan bononun hamili, kambiyo senedinden doğan haklarını korumak için zamanaşımı süresi içinde Kanunun kendisine yüklediği yükümlülükleri yerine getirmemesine rağmen, temel ilişkiye dayalı olarak yapacağı takip ya da açılan davada vade tarihinden itibaren faize hükmedilmesi yükümlülüklerini verine getirmeyen hamilin hiçbir kayba uğramayacağı sonucunu doğurur ki, hukuk sisteminin buna cevaz vermesi mümkün değildir.

Hâl böyle olunca, zamanaşımına uğrayan ve bu nedenle kambiyo senedi vasfını kaybederek (yazılı) delil başlangıcına dönüşen bonodaki vade tarihinin; temel ilişkiye dayanılarak yapılan bir takip veya açılan bir davada temerrüde esas alınamayacağına karar verilmesi gerekmiştir.

IV- SONUÇ

Zamanaşımına uğrayan ve bu nedenle kambiyo senedi vasfını kaybederek (yazılı) delil başlangıcına dönüşen bonodaki vade tarihinin; temel ilişkiye dayanılarak yapılan bir takip veya açılan bir davada temerrüde esas alınamayacağına dair. 25.12.2019 tarihinde yapılan İkinci oturumda üçte ikiyi aşan oy çokluğu ile karar verilmiştir.

 

KARŞI OY

İçtihadı birleştirme görüşmelerine esas konu, sınırlandırılmış başlığından da anlaşılacağı üzere, temelde, delil başlangıcı niteliğindeki bir belgenin ispat gücüne, bunun kapsamına ve geniş çerçevede ispat hukukuna ilişkindir. Hal böyle olmakla, tartışmanın, senetle ispat zorunluluğunu düzenleyen HMK'nın 200. maddesi ile delil başlangıcı başlığını taşımakla birlikte aynı zamanda senetle ispat zorunluluğunun bir istisnası olarak düzenlenmiş bulunan aynı kanunun 202. maddesi çerçevesinde cereyan etmesi, yoğunlaşması gerekir(di). Çünkü konuyla İlgili yapılan müzakereler esnasında, konunun bu yalın ve sınırlı çerçevesinden yer yer uzaklaşılarak ispat hukukuna dahil olmayan, konuyla ilişiği ve bu anlamda belirleyici niteliği bulunmayan kimi kural ve kavramlar üzerinden sonuca varılmaya çalışılmıştır.

İçtihat uyuşmazlığı, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin yukarda açıklanan konuya ilişkin kararları ile gerekçeleri kısmen farklılık gösterse de sonuçta aksi yönde oluşturulan Yargıtay 15. ve 19. Hukuk Dairelerinin öteden beri verdikleri kararlar ve son dönemde bu iki Daire görüşlerine benzer görüşe vardığı anlaşılan Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin konuya ilişkin kararları arasında ortaya çıkmış bulunmaktadır. Ancak hemen vurgulamak gerekir ki, yukarda sayılan Dairelerin kararları arasında, zamanaşımına uğramış bononun (yazılı) delil başlangıcı niteliğinde belge olarak kabul edilmesi hususunda herhangi bir içtihat aykırılığı bulunmamaktadır. İçtihat uyuşmazlığı, bu nitelikteki bir belgede yer alan takvim esasına göre "belirir nitelikteki bir ödeme gününün, borçlunun, üzerine düşen para borcunun ifasında temerrüde düştüğünün kabulüne elverişli olup olmadığı, elverişli olmasının yahut aksini kabulün hukuksal dayanaklarının ne olması gerektiği noktasındadır. Konu bu çerçeve ile sınırlıdır ve içtihadı birleştirme kararlarının mahiyeti gereği bu sınırlı dairesinde bir sonuca bağlanması gerekmektedir,

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin konuya ilişkin yaklaşımı, özünde ispat hukukuna dahil kurallar ile maddi hukuk bakımından TBK’nın 117/2, maddesinde düzenlenen temerrüt kavramı üzerinden geliştirilmiş olup tarafımızdan da ittifakla benimsenmektedir. Kısaca söylemek gerekirse, bono olarak düzenlenmekle birlikte zamanaşımına uğradığı için delil başlangıcı sayılan yazılı belgedeki “belirli bir günü" içeren vadenin, aksi ispatlanmadığı ve HMK'nın 202. maddesi hükmünün doğal bir sonucu olarak diğer takdiri deliller ve bu arada tanık beyanı ile de doğrulanması halinde, TBK’nın 117/2. maddesindeki "borcun ifa gününün birlikte belirlenmesi" kavramına dayalı olarak borçlunun temerrüdüne esas alınması gerektiğini düşünmekteyiz ve bu nedenle çoğunluğun aksi yöndeki görüşlerine katılamıyoruz..

Bu bağlamda öncelikle, konumuzla sınırlı olarak para borçlarında temerrüt kavramının tamını üzerinde durulması gerekir, Bilindiği üzere, para borçlarında temerrüt kavramı, borca aykırılığın özel bir çeşidi niteliğinde olup muaccel olmuş, ifası istenebilen ve bu anlamda ifası gereken bir para borcunun ihtara rağmen yahut kanunda belirtilen hallerde ihtar gerekmeksizin yani muaccel olduğu tarihte yerine getirilmemesi halidir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere, temerrüdün oluşması için borcun muaccel bulunması, ifasının olanaklı olması, kura! olarak borçluya ihtar gönderilmesi ya da kanunda düzenlenmek koşuluyla ihtar yerine geçen hallerin gerçekleşmesi gerekir.

Bu anlamda, temerrüt için gereken muacceliyet ve borcun ifasının gerekli ve olanaklı olması koşullarının, içtihadı birleştirme görüşmelerinde tartışılmasının sonuca etkisinin bulunmaması beklenirdi. Çünkü, içtihatların birleştirilmesi gereken konu sınırlıdır, Daire kararları ortadadır, kararlar arasındaki farklılık sadece temerrüt tarihinin belirlenmesine yahut bu tarihin ne şekilde belirleneceğine ilişkindir. Bir diğer söyleyişle, yukarıda zikredilen ve incelenen Daire kararlarının hemen tümünde, HMK’nın 202. maddesi çerçevesinde, konumuz olan delil başlangıcı niteliğindeki belgeye ve ikame edilen takdiri nitelikteki delillerin birlikte ve tümüyle değerlendirilmesine göre, taraflar arasında borç doğuran bir sözleşme ilişkisinin (temel borç ilişkisi) var olduğunun, bu sözleşmeye dayalı olarak ilişkinin taraflarından biri (somutlaştırırsak davalı) açısından dava veya takip konusu yapılan bir para borcu doğduğunun, para borcunun miktarının, borcun muaccel hale geldiğinin ve Ödenmediğinin ispatlandığı kabul edilmiş, tüm bu safhalardan sonra iş, kurulacak tahsil hükmü bakımından, temerrüdün hangi tarihte gerçekleştiğinin değerlendirilmesi aşamasına gelmiştir.

Ancak işin müzakeresi sırasında, konu. Yargıtay Kanunumun 45. maddesine ve konuyla ilgili ilke kararlarına aykırı olacak şekilde, sınırlı ve asıl bağlamından kopartılarak "‘bir sözleşme ilişkisinde borçluya düşen para borcunun ifasının gerekip gerekmediği, borcun muaccel olup olmadığı" vb. gibi içtihat farklılığında ve bunun giderilmesinde hiçbir etkisi bulunmayan yahut bulunmaması gereken kimi görüşler ortaya atılmak suretiyle oluşturulan zemin üzerinden tartışılmış ve varılan sonuçta, kanımızca, mevzuata aykırı bulduğumuz bu tartışma yöntemi de etkili olmuştur.

Konumuza dönecek olursak, bilindiği ve uygulama ve doktrinin de benimsediği üzere temerrüt kavramı, bir hukuki işlem niteliğindedir. Doktrinde temerrüt ihtarının gönderilmesi, genel olarak, “hukuki işlem benzeri hukuki fiil" olarak tanımlanmış, sözlü olarak da gerçekleştirilebileceği, ispat İçin HMK’nın 199. maddesi anlamında bir “belge'nin ibrazı gerektiği ancak temerrüt için ihtar gerektirmeyen TBK’nın 117/2. maddesindeki hallerin İse hukukî işlem niteliğinde olmakla ancak HMK’nın 200,201 ve 202. maddelerinde belirtilen şekilde ispatlanabileceği belirtilmiştir. Konumuzun sınırlı oluşu nedeniyle hukuki işlem ve bunun ispatına ilişkin hükümlerin değerlendirilmesi gerekli olduğundan, bu tartışmanın varılacak sonuca doğrudan bir etkisi yoktur.

Şu halde borçlunun para borcunu ödemekte temerrüde düştüğünün ispatı, TTK’nın tacirlere ilişkin 18/3. maddesindeki hüküm bir tarafa bırakılacak, olursa, herhangi bir biçim koşuluna bağlı kılınmadığından, açıklanan bu hukuki niteliği itibariyle, HMK’daki genel ispat kurallarına göre ve kural olarak, HMK’nın 200. maddesinde belirtildiği şekliyle senetle mümkündür.

Ancak, HMK'nın 202/2, maddesinde açıklıkla belirtildiği üzere, iddia konusu hukuki işlemin tamamen İspatına yeterli olmamakla birlikte onu muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse tarafından verilmiş bir belgenin varlığı halinde tanık dinlenebilecektir. Bu anlamda, temerrüdün gerçekleştiğinin, bunu muhtemel gösterecek nitelikte ve delil başlangıcı niteliğindeki bir belge ve bu belgeye bağlı ve bu belge ile birlikte sunulacak sair takdiri delillerin ikamesi suretiyle de İspatlanacağının kabulünde duraksanmamalıdır.

Hemen belirtmek ve bir parantez açarak söylemek gerekirse, müzakereler sırasında, “delil başlangıcının, hukuki işlemler bakımından tanık dinlenmesinin yolunu açan bir anahtar (maymuncuk) niteliğinde olduğu, işlevini yerine getirdikten sonra artık buna itibar edilemeyeceği" biçiminde Özetlenebilecek bir takım görüşler dile getirilmiş ise de, HMK’nın ispat için öngördüğü hükümlere, kanun sistematiğine ve yerleşik uygulamanın benimsediği ve bu arada çoğunluk görüşünü oluşturan Daire kararlarına dahi yansıyan ilkelere tümüyle aykırı bu görüşe itibar etmek mümkün değildir.

Hukuk yargılamasında, delillerin topluca ve serbestçe değerlendirilmesi kanun hükmü olup söz konusu görüşün, herhalde, kanun koyucunun “delil başlangıcı" ibaresini kullanmasının belgeyi delil olmaktan çıkarmak amacına matuf olduğuna dayalı hatalı bir kabulden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Halbuki, HMK’nın 199. maddesi çerçevesinde belge bizatihi bir delil olup senetle ispat zorunluluğu bulunan hallerde tanık delili ile birlikte senet yerine ikame olunacak biçimde varlığı ileri sürülen hukuki işlemlerin ispatına elverişli kılındığı açıktır.

Keza, yine müzakereler esnasında, delil başlangıcı niteliğindeki belgenin öncesinin bono olması, zamanaşımına uğraması nedeniyle kambiyo vasfını yitirmesine bağlı olarak, Daire kararlarına da yansıdığı üzere, ispat hukuku bakımından artık zayıf bir belge olduğu yolunda kimi görüşler ileri sürülmüş, hatta belgenin bono vasfını yitirmesi nedeniyle kambiyo hukukuna ilişkin kavramlara yer verilmek suretiyle konu ile ilgili bir sonuç çıkarılmaya çalışılmıştır. Özellikle Yargıtay 19. HD’nin kararlarında gözlendiği üzere, belgenin bono vasfını yitirmesi nedeniyle 6102 sayılı TTK'nın 808. maddesi çerçevesinde vadeden itibaren faiz talep hakkının da yitirildiğine bağlı olarak geliştirildiği anlaşılan bu yaklaşım, yukarda tekraren açıklandığı üzere, temelde ispat hukuku ile ilgili somut konumuza tümüyle yabancı nitelikte kanun maddelerinin olaya uygulanması suretiyle sonuç çıkarmaya matuf olup benimsenemez, Genel kurul önüne gelen ve tanışılan konu, temel borç ilişkisi çerçevesinde borçlunun bir para borcunun ödenmesinde temerrüde düşüp düşmediği ile ilgili olup, delil başlangıcı niteliğindeki belgenin öncesindeki vasfının yitirilmesine dayalı olarak bu vasıflara bağlı olarak öngörülmüş kuralların mefhumu muhalifinden hareketle sonuç çıkarmaya çalışmak, metodolojiye, hukuk tekniğine tümüyle aykırı bir bakış açısıdır. Söz konusu yanlış bakış açısına egemen olan ve hukuksallığı oldukça tartışmalı olan bu mantık, genel kurula sunulan raporda da kendini göstermektedir. Raporun sonuç ve değerlendirme bölümünde alacaklının kambiyo senedi ile temerrüt faizi bakımından elde edebileceği hasılayı, temel borç ilişkisi çerçevesinde ve delil başlangıcına dayalı olarak elde edebilecek olmasının “hukuk düzeni" açısından kabul edilemez olduğu, aksini kabulün “yaman bir çelişki" olacağı şeklinde açıklamalara ver verilmiştir. Bu bakış açısının, temel borç ilişkisi çerçevesinde açılmış bir davayı, ispat hukukuna dayalı olarak savunduğumuz görüşe de yanlış atıflarda bulunmak suretiyle, kambiyo senedinden kaynaklanan borcun tahsili davası görme gibi bir yanılgıya dayalı olduğunu düşünmekteyiz. Kambiyo senedi hamilinin müracaat haklan yahut bu hakkın yitirilmesi konusu İle temel borç ilişkisi çerçevesinde bir borcun tahsili ve buna bağlı olarak tartışılacak temerrüt kavramının ilgisi bulunmamaktadır. Üstelik, hukuk düzenimizin, vasfını yitiren bonoya delil başlangıcı olarak bir fonksiyon izafe etmiş olduğunu, senetle ispatı zorunlu kılınan haller bakımından istisnai ve kanımızca oldukça kuvvetli bir değer atfettiğini gözden kaçırmamak gerekmekte olup, bu anlamda belgenin söz konusu ispat fonksiyonu ile kaim bir değeri bulunmakla “zayıf' olarak nitelendirilmesi yerinde olmayacaktır. Saniyen, hukuk düzenimizin, temel borç ilişkisi çerçevesinde tahsil İsteminde bulunan bir alacaklıyı, TBK'nın 117/2. maddesinde yazılı temerrüt koşullarının varlığına rağmen, temerrüt için behemahal ihtar göndermeye mecbur etmek gibi bir amacı da olamaz.

Konuya ilişkin görüşlerimizin açıklanmasına dönecek olursak; karşı oy sahipleri olarak, borçlunun hangi tarihte temerrüde düşmüş olduğunu değerlendirirken, sadece genel kuralın değil TBK'nın 117/2. maddesinde zikredilen “borcun ifa edileceği günün birlikte belirlenmiş olması" halinin de delil başlangıcı belge ve buna bağlı olarak ikame edilecek tanık ve diğer takdiri delillerin topiuca değerlendirilmesi suretiyle ispatlanabileceği kanısındayız. Esasen bu husus, HMK'nın 202. maddesinde açıkça belirtilmiş olup belgedeki belirli vade tarihinin; belgenin düzenlendiği tarih itibariyle bir senet anlaşmasına davalı olduğu ve bono vasfının sonradan yitirilmesinin sadece kambiyo senetlerine mahsus müracaat haklarının kullanımını engelleyen bir olgu olup senet anlaşmasının hiç yapılmamış yahut sonradan geçersiz hale gelmiş sayılmasını gerektirmeyeceği, buna bağlı olarak temel borç ilişkisinden kaynaklanan para borcunun ita gününüm ifa uğruna düzenlenen senet üzerine dercedilmek suretiyle borç ilişkisinin taraflarınca birlikte kararlaştırıldığının kabulünü muhtemel kıldığı düşünüldüğünde, tanıklarca da doğrulanması halinde, borçlunun ayrıca ihtar çekilmesini gerektirmeyecek biçimde temerrüde düştüğü tarih olarak kabulü gerekir.

Av. Mesut YILDIRIM
Whatsapp ile görüş